MUHSİN ERTUĞRAL RÖPORTAJI


 

GİRİŞ

    Futbolu düşünsel temellerle ele alan ve futbolun taktiksel dehalarına karşı her zaman dizginlenemez merâkı olan bir modern futbol tutkunu olarak Muhsin Ertuğral Hoca'mız ile görüşmeyi uzun zamandır arzuluyordum. Sosyal medya aracılığıyla kendisiyle iletişime geçtim ve Afrika futbolunda hârikulâde bir iz, ülkemiz için evrenselliğiyle eşsiz ve ikonik bir başarı mirâsı bırakan Muhsin Ertuğral Hoca'mız, çok büyük bir teveccühte bulundu ve kıymetli vaktini bu röportaja ayırdı. Kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Muhsin Ertuğral gibi bir spor efsânesiyle ortak bir mesai içinde bulunmuş olmaktan kıvanç duyuyorum. Röportaja geçmeden önce Muhsin Ertuğral Hoca'mızın başarı ve gurur tablolarıyla dolu kariyerine kısaca değinmek istiyorum. 

    Muhsin Ertuğral, 15 Eylül 1959 târihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Futbolculuk kariyerinde Standard Liege, KV Mechelen, Union Solingen, Eskişehirspor ve Sindelfingen formalarını terleten Muhsin Ertuğral aktif futbolculuk yaşantısının ardından başarılarla dolu teknik direktörlük serüvenine merhaba demiştir. Muhsin Ertuğral teknik direktörlük kariyeri süresince Afrika futbolunda elde ettiği kupa dominasyonuyla dünya futbolunun en ikonik teknik adamları arasındadır. Muhsin Ertuğral; Trabzonspor (yardımcı antrenör), Kaizer Chiefs (iki farklı dönem), Club Africain, Mattersburg, Ismaily, Ajax Cape Town (dört farklı dönem), Sivasspor, Golden Arrows, M. Black Aces, Orlando Pirates, Maritzburg Utd.,Türkiye A Millî Takımı (Uluslar arası teknik danışman), Cape Town City ve Zaire millî takımında görev yaptı. Kariyerinde 7 kupa zaferi bulunan Muhsin Ertuğral, Kaizer Chiefs ile Türk teknik direktörler arasında benzerine rastlanması son derece zor bir başarı öyküsü inşâ etmiştir. Kariyerindeki 7 kupa zaferinin 6'sını Kaizer Chiefs ile yaşayan Muhsin Ertuğral, Güney Afrika ekibinde "en ve ilk" kabul edilebilecek çeşitli başarılara imza atmıştır. Kaizer Chiefs târihinde bir sezonda (2001-2002) üç kupa kazanan ilk ve tek teknik adam olmasıyla, Kaizer Chiefs'e kulübün târihindeki ilk ve tek "Afrika Kupa Galipleri Kupası"nı kazandırmasıyla ve Kaizer Chiefs ile kazandığı 6 kupa ile 2016 yılında hayatını kaybeden Rumen meslektaşı Ted Dumitru ile birlikte Kazier Chiefs tarihinin en çok kupa kazanan teknik direktörü konumundadır. Ayrıca Muhsin Ertuğral, yurtdışında en çok kupa galibiyeti yaşayan Türk teknik direktör olma başarısıyla da Türk futbolu için çok özel bir değere sâhiptir.

    Bu röportaj genç teknik adamlar, teknik adam olmayı düşünen aktif futbolcular ve "futbolun asla sadece futbol olmadığına" inanan, sorgulayan, futbolseverler için oldukça besleyici bir içeriğe sâhip. Tüm okurların, Muhsin Ertuğral Hoca'mızın sorulara verdiği yanıtlar ve bulunduğu atıflardan istifâde etmesi dileğiyle. Giriş yazıları dâima kısa olmalıdır çünkü bekleyen her şey soğur. İşte karşınızda Muhsin Ertuğral röportajı! Keyifli ve dikkatli okumalar dileğiyle...

    


Afrika ve Avrupa'da çalıştırdığınız takımlar ve bu takımlarda yaşadığınız özel başarılar nedeniyle Türk futbolunun en evrensel ve en ikonik portreleri arasında yer alıyorsunuz. Afrika'daki futbol atmosferini ve futbolun oynanış dinamiğini, ülkemiz ile kıyasladığınızda ortaya nasıl bir sonuç çıkıyor? Tüm bunlarla birlikte bize biraz Afrika futbolundan bahsedebilir misiniz?

    Bence Afrika’da futbol, sadece bir oyun olmasının ötesinde bir kimlik. Birçok oyuncu için futbol, hayatın kendisi. Hissedilen enerji, sokak aralarındaki maçlardan büyük statlara kadar her yerde aynı coşkuyla yaşanıyor. Afrika’daki futbolun temel dinamiği, kesinlikle bireysel yaratıcılık ve fiziksel dayanıklık ile şekilleniyor. Oyuncular, doğaçlama yetenekleriyle oynuyorlar diyebilirim. Avrupa veya Türk futboluya kıyaslamak doğru değil. Her ülkenin kendine has kültürel ve sosyal çevresi ile yetişme imkanı var, Güney Afrika daha özgür bir akışa sahip bence. Tempo yüksek,  bireysel beceri ön planda ve oyuncular sezgileriyle hareket etmeye daha yatkın. Sebebi tabii ki eğitim sistemi, maalesef tüm yılları bilişsel gelişim ile kapsamıyor. Türk futbolunda yetenek gelişimi için sistematik eğitim ve imkanlar şart. Futbol sadece yetenekle oynanan bir oyun değildir doğru eğitim, planlama ve imkanlarla desteklenmediğinde en büyük yetenekler bile kaybolabilir. Türkiye’de altyapıdan yetişen oyuncuların yetenek seviyesi tartışılmaz, ancak bu yeteneklerin sürdürülebilir bir şekilde gelişmesi için eğitim metodolojisi ve sunulan imkanlar kritik bir faktör. Bana göre eğitim eksikliği yeteneklerin önünü kesiyor. Bir oyuncunun sadece fiziksel veya teknik becerilerle gelişmesi yeterli değil tabii ki. Avrupa'da başarılı futbol akademilerine baktığımızda, oyuncuların hem taktiksel, bilişsel hem de mental olarak sistemli bir gelişim sürecinden geçtiğini görüyoruz. Türkiye’de ise altyapı eğitimleri genellikle teknik becerilere odaklanıyor, ancak modern futbolun gerektirdiği oyun zekası, taktiksel farkındalık ve mental dayanıklılık konularında eksiklikler bulunuyor. Bu konuları biz milli takım dönemizde ele aldık. Futbol, bir oyundan çok artık bir bilim dalı gibi ele alınmalı. Antrenman metodolojileri bilimsel temellere dayanıyor ve her oyuncunun güçlü ve zayıf yönleri analiz edilerek bireysel gelişim planları önde gelen ülkeler tarafından geliştiriliyor. Avrupa’da futbol akademilerinde 12-14 yaşından itibaren oyunculara özel, fiziksel ve mental gelişim programları sunuluyor.  Maalesef Türkiye’de bu alanlarda bana göre çok  ciddi eksiklikler var. 
    İmkanlar genişlemeden rekabetçi ortam oluşturmak çok zor. Genç yeteneklerin belirli yaş seviyesinden itibaren  gelişiminde önemli unsurlardan biri, rekabetçi ortamda yetişebilmesi. Türkiye’de genç oyuncular, Avrupa'daki yaşıtlarına kıyasla, daha az rekabetçi karşılaşmalara çıkıyor. Almanya, Fransa, İspanya  veya Hollanda gibi ülkelerde genç takımlar yılda 40-50 resmi maç oynarken, Türkiye’de bu sayı çok daha düşük. Bizim Milli takım dönemizde bilhassa kendim, uluslar arası araştırmalar ile genç milli takımların gelişimi için bir eğitim programı hazırladık. Bunun içinde kabaca 16-19 yaş arası gelişim süresi içinde 500 Antrenman sayısı ile 150 karşılaşma süresi önerdik. Oyuncuların gelişmesi, farklı senaryolara adapte olması için düzenli olarak yüksek tempolu karşılaşmalara çıkması gerekiyor. Ayrıca, futbol tesisleri ve altyapı imkanları konusunda da Türkiye’nin bana göre ciddi eksikleri var. Büyük kulüpler iyi tesislere sahip olurken, Anadolu kulüplerinde, yeterli antrenman sahası, analiz sistemleri ve modern eğitim araçları bulunmuyor. Oyuncuların gelişim sürecini desteklemek için antrenman alanlarının modernize edilmesi, performans merkezlerinin artırılması gerekiyor. Mental ve psikolojik gelişim ihmal edildi ve ediliyor. Türk futbolunda sıkça gördüğümüz, oyuncuların mental gelişimine yeterince önem verilmemesi. Bana göre küçük bir örnek verebilirsem, Avrupa’da genç oyuncular, baskıyla nasıl başa çıkacaklarını öğrenirken, Türkiye’de genç futbolcular bir anda büyük beklentilerle karşı karşıya kalıyor ve tabii ki baskıyı yönetmekte zorlanıyorlar. Oyuncuların sahadaki performansına sadece fiziksel açıdan bakılmamalı, performans mental olarak da şekilleniyor. Güney Afrika’da ve Avrupa’da çalışırken, genç oyuncuların psikolojik olarak güçlü olmasını sağlamak için bireysel mentörlük programlarına önem verdim. Türkiye’de bana göre futbol psikolojisi, oyuncu gelişiminde çok daha önemli bir yere sahip olmalı.

    Sonuç: Eğitim, imkan ve planlama bir araya gelmeli, Türk futbolunun yetenek gelişimi açısından en büyük sorun, parçaların ayrı ayrı güçlü olmasına rağmen bir sistem içinde çalışılmaması. Yetenek var, ancak eğitim metodolojisi yetersiz. Oyuncular istekli, ancak rekabetçi bir gelişim ortamı yeterince sağlanmıyor. Kulüpler altyapıya ne kadar yatırım yapıyor, uzun vadeli planlamalar yapılmaksızın bu yatırımlar kısa vadeli kalıyor. Başarılı futbol ülkeleri, bu üç temel faktörü; "eğitim", "imkan" ve "planlama" bir araya getirerek oyuncularını dünya futboluna hazırlayarak kazandırıyorlar, Türkiye’de de altyapı sisteminin modern antrenman yöntemleri, bireysel gelişim programları ve mental güçlendirme çalışmalarıyla desteklenmesi şart. Eğer bu sağlanabilirse, Türkiye’nin dünya futboluna çok daha fazla elit oyuncu kazandıramaması için bence hiçbir sebep yok.

Modern futbolun dansı gittikçe modernleşiyor ve modern futbol, kendi içerisinde bir entelektüel topluluğu inşâ etmeye başladı. Futbol artık, izle ve keyif al yaklaşımından ziyâde neredeyse kağıt-kalem eşliğinde izlenebilecek bir spor hâline geldi. Bu matematikleşme sizce futbolu olumlu mu etkiledi ve modern futbolun bundan sonraki gidişatı hakkındaki öngörüleriniz nelerdir?


    Futbol sadece sezgilerle oynanan bir oyun olmaktan çıkıp, veriler ve istatistiklerin ön planda olduğu bir bilim dalına döndü. Modern futbolun gelişimiyle birlikte antrenman programlarından maç stratejilerine kadar her detay, sayılar ve analizler üzerinden şekillendiriliyor bunun için dünyanın her bir köşesinde uzmanlar yetiştiriliyor. Bu dönüşümün olumlu yönleri inkâr edilemez. Oyuncular artık bilimsel yöntemlerle daha iyi hazırlanma imkanı buluyor. Oyuncuların değerleri artarken tabii ki önemli olan sakatlık riskinin minimize edilebilmesi, bu çok önemli. Rakip analizleri ve kendi bireysel analizlerimiz ve antrenman analizleri çok daha detaylı yapılıyor. Taktik anlayış derinleşirken, oyunun temposu da giderek yükseliyor. Günümüz futbolunda artık sadece yeteneğin yeterli olmadığı aşikar. Fiziksel ve mental dayanıklılık, stratejik düşünme becerisi ve disiplin büyük önem taşıyor. Ancak futbolun sadece sayılara bağlı olmadığı unutmamak gerekiyor. Asıl oyunun temelinde duygu, sezgi ve yaratıcılık var. Veriler, oyuncunun sahadaki hareketlerini analiz edebilir, ancak anlık anahtar kararlarını, özgüvenini ve cesaretini ölçemez. Bu oyun tamamen analitik bir yapıya sürülürse, bence ruhu kaybolur. Gelecekte futbolun daha da teknolojiyle iç içe geçeceği belli. Yapay zekâ destekli analizler, biyometrik veriler ve dijital taktik, artık vazgeçilmez hâle geldi ve daha da ileriye gidecek. Bana göre büyük başarılar verilerle birlikte ama en önemlisi oyunculara özgürlük tanıyan bir denge ile elde edilecek! 
 


Güney Afrika'da Kaizer Chiefs ile hârikulâde kupa zaferleri elde ettiniz. Kaizer Chiefs ile elde ettiğiniz 6 kupa zaferinize dâir benimle paylaşmak istediğiniz, kariyeriniz için çok özel olarak kabul ettiğiniz birkaç anekdotu aktarabilir misiniz?

    Kaizer Chiefs, kariyerimde özel bir yere sahip. Orada geçirdiğim yıllarda sadece sportif başarılar elde etmekle kalmadım, aynı zamanda futbolun farklı bir kültürde nasıl birleştirici bir güç olabileceğini de yaşadım. Kaizer Chiefs ile kazandığımız kupalar  içinde, özellikle Coca-Cola Cup finali ve Afrika Kupa Galipleri Kupasını kazanmak ve kıtanın o yıl en iyi takımı seçilmek benim için unutulmaz bir anı. Taraftarlar ve camia için bu kupayı kazanmak büyük bir anlam taşıyor ve bu kupanın adı “Mandela” Kupası olarak adlandırılıyordu. Maçın son anlarında bulduğumuz golle zafere ulaşmak ve yaşanan coşkuyu kelimelerle tarif etmek mümkün değil. Sonrası sayın Mandela kulübe geldiğinde hatıra fotoğrafı çekinmek benim için çok özel bir andı. O gün, futbolun sadece bir oyun olmadığını, milyonlarca insanın hayatına dokunan bir duygu olduğunu bir kez daha anladım. Beni her zaman gururlandıran anlardandır;  genç oyunculara verdiğim fırsatların karşılığını almak. Teknik direktörlük kariyerimde her zaman genç yeteneklere önem verdim ve Kaizer Chiefs’te de bu prensiplerimden vazgeçmedim. Tüm çalıştığım dönemlerde, Ajax, Mattersburg, Ismaily, Black Aces ve son olarak Cape Town City ile altyapılardan gelen ve profesyonel seviyede forma şansı verdiğimiz oyuncuların zamanla büyük futbolcular hâline gelmesi, benim için bir kupa kazanmaktan bile daha değerliydi ve değerli. Güney Afrika’da geçirdiğim yıllar, sadece kazanılan kupalarla değil, futbolun insanlar üzerindeki etkisiyle de benim için büyük deneyim. Kaizer Chiefs, yalnızca bir kulüp değil, Güney Afrika futbolunun kalbinin attığı bir yer ve orada kazandığım tecrübeler, teknik direktörlük kariyerimin en önemli parçalarından biri olmaya devam ediyor.



Kariyeriniz Türk futbolu açısından çok özel bir değere sâhip. Fakat ben bu sefer perspektifimizi sizin şahsî beğeni tercihlerinize çevirmek istiyorum. Güney Afrika'da çok başarılı "altın yıllar" geçirmiş ve Afrika futbolu konusunda çok donanımlı bir teknik direktör olarak futbol târihinde en beğendiğiniz "5 Afrikalı oyuncu"  kimdir?

    Afrika futbolu çok yetenekler çıkardı, kariyerim boyunca birçok özel oyuncuyla çalışma fırsatım oldu. Ancak, sadece yetenekle değil iz bırakmış oyuncular üzerinden bir liste yaparsam: 
    George Weah başta gelir. Oynadığı dönemde bir forvetten beklenen her şeye sahipti. Ballon d’Or kazanan bir  oyuncu olması, onun seviyesini gösteriyor.
     2. Didier Drogba: Bana göre altını dolduracak açıklama gereksiz. 
    3. Samuel Eto: Barcelona ve Inter’de kazandığı Şampiyonlar Ligi ve büyük karşılaşmalarda fark yaratabilen bir oyuncu olması çok özel.
    4. Nwankwo Kanu: Arsenal ve Ajax gibi kulüplerde oynadı, benim için farkı, sahadaki zekasıydı. Uzun boyuna rağmen inanılmaz ilk top kontrolüne sahip ve büyük maçlarda önemli rol alan bir oyuncuydu.
     5. Yaya Touré: Her teknik direktörün istediği bir orta saha oyuncusuydu, orta saha tanımını değiştiren oyunculardan biriydi. Fizik gücü, tekniği ve oyun okuyuşu,  oyunun iki yönünü de domine edebilen bir isimdi bence. 
Bu liste tabii ki kişisel, teknik bakış açımdan yazdım, daha birçok değerli Afrikalı oyuncuları sayabiliriz.




Modern futbol artık teknik adam eksenli bir hâle büründü. Messi ve Ronaldo sonrası dönemde jön prömiyeler (başroller) yerine taktiksel esnekliğe sâhip oyuncular zirveye yerleşiyor. Mbappe, Vinicius, Salah gibi starlar hâlâ mevcut ama hepsi, modern futbolun taktiksel çarklarına uyum sağladığı müddetçe formasını koruyabiliyor. Sizce modern futbolun taktik nehrinin durdurulamaz akışı, bizi futbolun nostaljik ikonlarına örneğin statik ama efsânevi on numaralarına hasret bırakacak mı? Yoksa bu değişim sizin nezdinizde olumlu ve gerekli bir süreç mi?

    Senin de vurguladığın gibi, futbol artık tamamen farklı bir hale geldi. Eskiden bireysel yeteneklerin ön planda olduğu, şimdi ise taktik ve daha önemlisi fiziksellik ve disiplinin belirleyici olduğu bir süreç içindeyiz. Oyun hızlandı ve fiziksel gereksinimler arttı, sahada yürüyerek oynayan o dönemin özel oyuncuları yani “10” numaralar artık yok. Bugün bir oyuncunun teknik ve de fizik olarak üst düzeyde olması gerekiyor, oyunun konsepti çok değişti. Küçük bir örnek verebilirsem , Oyun artık birinci bölgeden inşa ediliyor böylece defans oyuncuların rolleri değişti. Oyun içinde topu geri kazanma şekli, teknikleri değişti. Topa sahip olma veya belirli bölgelere rakibi  yönlendirerek, baskı kurma konsepti ayrı seviyelerde. Veri ve analiz futbolu kesinlikle çok şekillendirdi. Eskiden teknik direktörler sezgileriyle karar verirken şimdi istatistiklerle ve bilime dayalı karar veriliyor. Bazı örnekler: Hangi oyuncunun ne kadar koştuğu, hangi pas açılarını kullandığı ve test sonuçları ile sakatlanmaması için ne kadar süre alması ile ilgili analize dayalı kararlar veriliyor... En önemli faktör, taktik esnekliğin şart olması. Bir oyuncu sadece “forvet” ya da “kanat” olarak düşünülmüyor, farklı rollere adapte olduğunu görüyoruz. Bir kaç hafta önceki kendi  analizimde Mbappe, Vinicius gibi yıldızlar dahi fiziksel kapasiteleri ve taktiksel uyumları, konsept içinde bireyselliğin ve kolektifin uyum içinde kaldıkları için  zirvede kalabiliyorlar diye düşünüyorum sadece bireysel yetenekleriyle değil.
    Bu değişim bizi klasik “10” numaralara ve geçmişin büyük bireysel oyuncularına hasret bırakıyor mu?  Büyük ihtimalle tartışılacak konu. Güney Amerika’da bu oyuncu profillerini bulabiliriz. Kültürlerinde olduğu için, vazgeçmediler. Bu dönüşümü olumlu mu, olumsuz mu buluyorum? Futbol takımı bu oyunu yaşayan bir organizma, sürekli değişiyor. Eskiyi romantize etmeye, ben de dahil zaman zaman tabii ki kapılıyorum.  Modern futbolun ihtiyaçlarını göz ardı etmemek gerekiyor. Belki bireysel ikonlar azalıyor ama kolektif oyun daha da gelişti bireyselliğin kolektif sinerji içinde olması çok önem kazandı. Bana göre,  geçmişte olduğu gibi her dönemde büyük hikayeler yazmaya devam edecek, bu güzel oyun.




Futbol sahnesi geçmişte ve yakın zamanda çok sayıda efsânevi teknik direktöre ev sahipliği yaptı. Fakat 2000'lerin başından itibâren baş döndüren bir hızla modernleşen futbol, Pep'in lejyoneri olduğu Hollandalı modern ekolü daha da zirveye taşıması sebebiyle çok daha taktik merkezli bir spor hâline geldi. Futbol âdeta, teknik adamların bir felsefe mecrâsına evrildi. Amorim, Xabi Alonso, Nagelsmann, Kompany gibi genç  teknik adamlar pragmatistlikten ziyâde oyuna imzasını atmayı, öncü (avangart) olmayı arzuluyor. Sizin bu duruma karşı bakış açınız nedir? Bir teknik adam için aşırı reformist olmak sizce mantıklı mı yoksa futbolun geleneksel birikimi ile yeniliği sentezlemek mi daha akılcı bir tutum?

    Futbol, geçmişten günümüze kadar dönüşümler geçirdi 50'ler 60'lar 70'ler 80'ler 90'lar, 10 yıllık aralarla değişimler oldu, ancak son yirmi yılda bu dönüşüm hız kazanarak çok farklı boyutlara ulaştı bence. 70'ler ve 80'ler kendim profesyonel oyuncu olduğum zaman ve 90'lardan itibaren, üç kıtada teknik direktörlük görevi üstlenerek bu değişimi çok yakından yaşadım. Saha içinde oyuncuların bireysel yetenekleri,  saha içi anlık kararları daha ön plandayken, bugün futbol giderek teknik adamların ve yetişen oyuncuların, belirleyici olduğu bir oyun haline geldi. 2000’lerin başından itibaren yaşanan dönüşümde, Johan Cruyff’un mirasını devralan modern futbol ile yeniden bir oyun felsefesi yaratan Pep Guardiolalı Barcelona etkisi tartışmasız. Guardiola, Hollanda ve daha detaylı Ajax ekolünün prensipleriyle,  bir oyun felsefesini harmanlayarak,  futbolun konseptini ve taktik boyutunu farklı bakış açısına  taşıdı, bence bu oyunu bir sanata dönüştürdü. Dünyanın her bir köşesinde, genç teknik kadrolar ile bu anlayışın daha kökleştiğini görebiliyoruz. 
    Kompany, Nagelsmann, Xabi Alonso, Amorim gibi yeni nesil teknik direktörler, oyuna kendi bakış açıları ile yeni akımlar başlatmayı başardılar. Bence, tartışma gerektiren kritik bir soru ortaya çıktı. Tabii ki önümüzdeki yıllarda elit yetenek gelişimi için ele alınması gerekiyor. Bana göre futbolun geleneksel birikimini göz ardı eden yenilikçilik, uzun vadede sürdürülebilir olabilir mi? Benim için efsanevi teknik adamların başarılarının sırrı, günümüz ile geçmişi dokunuşlarıyla  sentezlemesiyle gerçekleşiyor. Arrigo Sacchi’nin "zonal marking sistemi", Ernst Happel'in "pressing metodları", Hennes Weisweiler'in "contra atakları", Guardiola’nın modernize ettiği "pozisyon oyunu", temel taşlar bence. Ve tabii ki çok önemli kolektif oyun düşüncesi ile “Marcello Lippi’nin” savunma organizasyonundaki ustalığı, bugün birçok genç teknik adamın kaynağı bence. Futbolda kalıcı bir etki bırakmak isteyen teknik direktörlerin, geçmişin mirasını reddetmek yerine onu ileriye taşımaları gerektiğini düşünüyorum. 




Marcello Lippi ile geçirdiğiniz günlere dair birkaç anınızı paylaşır mısınız? Lippi sizde nasıl bir etki bıraktı? Ve son olarak Türk futbolunun özel portrelerinden Muhsin Ertuğral'ın futbol görüşünün şekillenmesinde önemli rolü olan teknik direktörler kimlerdir?


    Köln Akademi sonu ve pratik yılımda, Marcello Lippi ile geçirdiğim günlerin ve ondan öğrendiklerimin etkisinden bahsetmek isterim. Marcello Lippi'yi izlemek, benim antrenörlük bakış açımı derinden etkiledi ve inanılmaz bir deneyim oldu. Kendisi, sadece bir taktik ustası değil, aynı zamanda bir lider. Bir teknik direktörün en büyük gücünün bence, taktik bilgisinden çok, oyuncularına dokunabilme yeteneği olduğunu öğrendim. Oyunculara bireysel yaklaşımı, zaman harcaması, küçük ama etkili dokunuşlarıyla, bu üst düzey profesyonel futbolunda,  oyuncunun bir sonraki karşılaşmaya, sahaya tamamen farklı bir özgüvenle çıkmasını yakından takip edebilme şansı elde ettim. Lippi’nin futbolculardan en iyi verimi almasının sırrı da bence burada yatıyor. Onları takımın sadece bir  parçaları değil bireyler olarak görmesi beni etkiledi. Lippi’den gördüğüm yaklaşım, futbolun sadece saha içinde değil, saha dışında da yönetilmesi gerektiğiydi. Oyuncularla kurulan iletişim, belki taktik kadar önemli.  Bugün birçok genç teknik direktörün bu yönü ihmal ettiğini görüyorum. Maalesef, benim Türkiye Milli takım döneminde de gördüm. Bugün, sevgili Montella Hoca'nın başarısının temeli bence buraya dayanıyor. Taktiksel inovasyonlar elbette önemli, ancak bir takımın başarısının sadece çizgilerle değil, insanlarla kazanıldığını görüyorum. Benim kendi futbol anlayışım, sadece  Avrupa’nın değil, Güney Afrika’dan Asya’ya kadar farklı futbol kültürleri ile sentezleşerek oluştu bence. 

    Teknik adamlık serüvenimde etkili olan isimlerden biri Ernst Happel. Onun futbol anlayışı, futbolun dinamik bir organizma olduğunu ve sabit kalıplara sıkışmaması gerektiğini bize öğretti. Happel’in yenilikçi yaklaşımı, bir takımın her oyuncusunun sürekli hareket halinde olması gerektiğini ve rollerin esnek bir şekilde değişebileceğini başarılarla gösterdi. Bir diğer önemli isim ise Sir Alex. Onun disiplinli futbol anlayışı, oyuncuların bireysel yeteneklerinden çok, sistemin bir parçası olarak birlikte nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair bana büyük bir vizyon kazandırdı. Sir Alex’in oyuncularına aşıladığı saha içi zekâ, benim de teknik direktörlük felsefemde önemli bir yer tutmakta. Afrika’da geçirdiğim yıllarda ise özellikle Clive Barker gibi antrenörlerin futbolu nasıl bir toplumsal olgu olarak ele aldığını görmek, benim oyun anlayışımı derinleştirdi. Futbol sadece taktiklerle değil, aynı zamanda kültürle de şekillenir. Güney Afrika’nın futbol anlayışlarını gözlemlemek, benim için büyük bir deneyim oldu. Son olarak, Fatih Terim Hocam'ın o cesur ve dominant futbol anlayışı da beni hep etkileyen unsurlardan biri oldu. Terim, geleneksel Türk futbolunun mücadeleci ruhunu, taktik disiplinle birleştirebilmiş nadir teknik adamlardan. Bana göre, futbolcularına  aşıladığı o özgüven, her teknik direktörün ders alması gereken bir liderlik örneği.

    Sonuç: Futbol, sürekli değişen ve gelişen bir oyun. Kesinlikle bu değişimin dengeli olması gerekiyor. Yeni nesil teknik adamlar, dışarıdan yöneten, fikiri olan ama maalesef bir çoğu ego tatmin aracı olarak kullanan kişiler, oyuna kendi imzalarını atmak isterken geçmişin mirasını tamamen reddetmemeliler. Fifa ve Uefa'nın son yıllarda gösterdiği aşırı reform anlayışları, futbolun doğasından kopmasına neden olabilir. Bu yüzden en doğru yaklaşım, geleneksel bilgeliği modern yeniliklerle sentezleyerek ilerlemek. Teknik direktörlükte, bugün çok kültürlü ortamlar olmasıyla birlikte oyuncuların farklı kıtalardan gelerek, ruhlarına  dokunarak, onların gelişimini sağlamak çok önemlidir. Bu oyunun geleceğini şekillendirecek genç teknik adamların da bu dengeyi kurabilmeleri çok önemli. Güzel oyun dediğimiz, bir felsefe alanına dönmüş durumda. Unutulmaması gereken, futbolun özünde hâlâ sahada mücadele eden insanların varlığı. Oyuncuları anlamadan, sahadaki oyunu gerçekten değiştirmek mümkün değil! Teşekkürler.









Röportaj: Emre Yasin Kenar
Röportajın yapıldığı târih: 03.04.2025
İletişim: emrekenar77@gmail.com













Yorumlar

  1. Muhsin Ertuğral futbol için çok önemli bir değer. Gayet derin bir röportaj olmuş keyifle okudum.

    YanıtlaSil
  2. Dolu dolu bir futbol sohbeti olmuş. Hocamızın anlattıkları çok değerli sorular da oldukça isabetli ve nokta atışı. Umarım bu röportajın devamıda gelir.

    YanıtlaSil
  3. Beğenerek okudum röportaj bana çok şey kattı. Lütfen bu röportajın bir devam serisini daha oluşturun. Hocamızın futbol hakkında anlattıkları çok ilham verici.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder